.jpg)
Yolcu da tahta da yok olunca ne kalır ki yokluktan başka!..
Gönlünü boğulmaktan korkarak, bir tahta parçasına verdinse yol eri değilsin sen...”
Gönüller Sultanı, Âşıklar Cananı Mevlana Hazretleri... O öyle bir Sultan ki aradan yıllar geçmesine rağmen hala gönüllerde ve dillerde. Eserleri susamış gönüllere derman, umutsuzlara umut olmakta. Nasıl olmasın ki?
Bir yerde ateş olur da dumanı tütmez mi? Bir yerde aşktan dalgalanan umman olur da köpükleri ulaşmaz mı? Bir yerde kabına sığmayan merhamet ve sevgi olur da çaresizlere çare olmaz mı? Bir yerde ölümsüzlük tahtından haber verilir de haberi ulaşmaz mı?
Hem hiç görülmüş müdür? Bir kimse Allah’ın bir veli kulunu sevsin de onun ruhunda kemal başlamasın? Nitekim Mevlana’nın eserlerini okuyanlar büyük bir arzu ve şevkle İslamiyet’le şerefleniyorlar. O’nun yıllar öncesinden verdiği mesaj hala tazeliğini koruyor. İşte fena fil Mevlana olan Yaman Dede de bu şekilde İslam’la şereflenmiştir. Asıl adı Diyamandi olup sonradan Müslümanlığı kabul ettikten sonra Mehmed Abdülkadir Keçeoğlu adını alan Yaman Dede Mevlana Hazretlerinin bazı kerametlerinden bahsetmiştir. Şüphesiz asıl kerameti O’nun yıllar geçse de eserlerinin ve hayatının insanlar üzerindeki tesirinin hala devam ediyor olmasıdır. Ancak yine de bu kerametleri açıklamak ve Mevlana’nın 700 yıl evvelden bize neler haber verdiğini aktarmak istiyorum.
Mesnevi’nin birinci cildinin baş tarafında şu beyti okuyoruz:
Her ki o ezheme zebani şüd cüda,
Bhizeban şüd gerçi ared sad neva.
(Bir kimse hemdeminden, dil ve gönül arkadaşından uzak düşecek olursa, yüz dili ve ifadesi de olsa dilsiz kalır.)
Mevlana yukardaki beytin ilk mısraında bize “şeb-i arus”tarihini veriyor ebcetle:
He: 5 elif: 1 nun: 50
Re: 200 ze: 7 ye : 10
Kaf : 20 he: 5 şın: 300
He : 5 mim: 40 dal: 4
Elif: 1 ze: 7 cim: 3
Vav: 6 be: 2 dal: 4
Elif: 1 elif: 1
-----------------------------------------------
Toplam:237 + 63 + 372= 672 H.(1273 M)
Şu beytinde seruma işaret var:
Hakimest-ü yev’al-ullah ma yeşa,
Koz i ayn-ı ders engized deva!
(Cenabı Hak hakimi mutlaktır. Dilediğini yapar. Öyle ki hastalığın aynından-kendisinden- deva meydana getirir.)(Ankaravi şerhi, Matma-i Amire baskısı, cilt 2, sayfa 264)
Aşağıdaki beyit de mikroba değinir:
Zerreha didem dehanşen cümle baz
Ger bugiyem herdeşan gerded diraz!
(Ağızları açık zerreler gördüm. Onların ne kadar küçük olduğunu söyleyecek olsam söz uzun gider.)( Ankaravi şerhi aynı baskı,cilt3, sayfa 22)
Sema töreni Güneş sistemini canlandırır. Semada dokuz veya dokuzun katı mürid, yani gezegen var: Hâlbuki Mevlana zamanında sadece yedi gezegen biliniyordu. Dokuzuncu gezegen 1930 yılında keşfedildi. Ama nedense kimse “Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü Mevlana biliyordu.” Demiyor.
Yine Mevlana şöyle söylüyor:”Ay’ın kadınların döllenmeleri, denizlerdeki gelgitler üzerinde etkisi vardır.” Güneş de bitkiler ve hayvanlar üzerinde etkilidir. Bir insanın en ufak bir hareketinin kâinatta henüz keşfedilmemiş olan Güneş Sistemleri üzerinde yansıması 21. yüzyılda yaşayan bizlere de garip gelebilir. Ama Prof.Dr. Eva De Vitray- Meyerovitch’in dilimize Cemal Aydın’ın tercüme ettiği “Güneş’in Şarkısı” adlı eserinde şunlar yazıyor:
“Nitekim 1980’li yıllarda NASA’da danışman olarak görev yapan ve manevi meselelerle çok yakından ilgilenen büyük Fransız Fizikçisi Olivier Costa de Beauregard ile birlikte ilmi bir toplantıya katılmıştım. Kendisi bana şöyle bir sır vermişti:
“Bilir misiniz, eğer biz öncü fizikçiler buluşlarımızı geniş halk kitlelerine açıklasak, insanlar bize deli diye bakarlar. Mesela şu anda içmekte olduğumuz kahve fincanına dokunduğunuzda bu hareketiniz diğer galaksilere yansır ve oralarda da yankılanır.”
Bunları Mevlana Hazretleri 700 yıl önce söylemiştir.
Yine Cemal Aydın’ın tercümesinde okuduğumuza göre Mevlana bir şiirinde şöyle söylüyor:
“İçinde her atom bir güneş saklar.
Derken eğer atom ağzını şöyle bir açar.
Bu güneş bir çıkarsa şayet o pusudan
Gökler ve yer tuz buz olur ışıltısından.”
Burada Mevlana, bir atomun iç yapısını, güneş sistemine benzetmektedir. Atomun çekirdeğini, etrafında dönen ve bizim bugün elektron dediğimiz parçacıklara ve atomun parçalanabileceğine işaret ediyor.
Meşhur Mevlevi yazarlarından Eflaki, “Menaki-bü’l Arifin” adlı eserinde, Mevlevi semasının hikâyesini şöyle anlatır:
Hazreti Mevlana bir gün Konya çarşısından geçerken, sonradan dostu olacak olan Mücevherci Selahaddin’in dükkânında duraklar. Çünkü onun çekici altında dövülmekten inleyen altın zerreciklerinin(atomlarının) sesini işitir. İyice dinleyip düşünür. Sonra sokak ortasında birden bire sema yapmaya başlar. Bu da Mevlevi semasının başlangıcı olmuştur.
Yine Mevlana Hazretleri şöyle söyler:
“Ey gün, doğ! Atomlar oynuyor; cezbeye kapılmış ruhlar oynuyor. Kulağına, dansının onu nereye sürüklediğini söyleyeceğim. Havada ve çöldeki bütün atomların bizim gibi divane olduklarını iyi bil…”(Mevlana: Rubaiyyat)
Sözlerimi Mevlana aşığı Yaman Dede’ye bırakıyorum:
“Mesnevi, insan seslerinden hiçbirine benzemez. O, Mevlana’nın kalbinden gelen ALLAH sesidir. Büyük yangınlar gibi dört tarafa kol atarak gider. HİKMET ve AŞK el ele yürür. Hikemiyyatın en ince, en derin bahislerini bir hikâye ile anlatır. Bu anlatışta insanı hayrette bırakan bir tebliğ kudreti vardır.
Birden bir feveran olur. Dile gelen aşk söylemeye başlar, coşar, köpürür, (sonra aniden) birden susar! Muazzam bir dalga, müthiş bir sayha ile dağ gibi kayalara düşmüş ve susmuştur. Bir yıldırım düşmüş ve susmuştur. Ondan ötesini söyleyemez. “Söyleyemem”der.
Divan-ı Kebir’in her satırında bir volkan yanar. Mevlana’dan bir şeyler alıp size sunmak isteyen fani, derhal buhara inkılap eder. Fenadan bekaya geçer. Bu geçişten bir nur, bir feryat çıkar. Bu feryat Mevlana’yı size söyler.”(Yaman Dede, Mustafa Özdamar,sayfa 115)
Mevlana Hazretlerinin eserlerini okuyalım, okuduysak bir daha okuyalım. Kanayan ruhlarımıza şifa olur inşaallah.