Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi, o fethin Avrupa’yı Türklüğe açmak gibi bir timsal değeri taşıması ve bu ulu mabedin cami yapılmasındaki ilahi mana, 547 yıl, bizim iman kaynaklarımızdan birisi oldu. O manaya, o ilahi gerçeğe elbet bir gün döneceğiz, yanlış günler, yanlış hükümler sizlerdeki ümit ve inancı zedelemesin.
Ayasofya, Yahya Kemal’in dediği gibi yalnız “Deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl” için kazılmış bir nişan değildir. O bizim kutsal efsanelerle donanmış destanımızdır. Onda zafer nağmelerimizin çok üstünde İstanbul halkınca yaşatılmış yüzlerce efsane ve cennet safası vardır.
İşte, aşağıda size İstanbul Fethinin yıldönümü günlerinden sunacağım Yâ Vedûd kıssası İstanbul ve Ayasofya’nın kurtuluşu için, bir Hıristiyan din adamının Fatih Sultan Mehmed ve cengaverlerine nasıl dua ettiğini ve İstanbul fethi başlangıcının 50. gününde nasıl vefat ettiğini de burada okuyorsunuz. Bu kutsal adam Ebu Eyyub Hazretleri bitişiğine defnedilmiş bulunmaktadır.
Sultan Mehmed Ayasofya’yı gezip dolaşırken Terler direk denilen yerde bir ilahi nurun parladığını görüp üzerine vardı. İlahi nura batmış bir bembeyaz vücut kıbleye dönmüş yatar. Gördüler ki aydınlık göğsü üzerinde kırmızı hat ile Yâ Vedûd adı yazılmış. Hemen Akşemseddin ve Sivaslı Kara Şemseddin ile yetmiş evliyaullah buyurdular ki; “İşte padişahım İstanbul’un elli günde fethine sebep olan budur. Hikmeti’ilah ile İstanbul’un fethini ellinci günde dileyip o gün ruhunu teslim eden ermiş budur biz daha önce padişahımızı bundan haberdar etmiştik dediler.
Oradaki bilginler, dervişler, erdemli kişiler onun cenazesini yıkamak dilediler. Ayasofya’nın Terler direğinden bir ses gelip, “Merhum yıkanmıştır hemen toprağa verin” deyu sedalanınca oradakiler şaşırıp kalktılar. Cümle şeyhler Yâ Vedûd Sultan’ın nâşını tabuta koyup Şehid kapısında gömmeyi düşündülerse de, tabutu taşıyanlar bir anda kendilerini Eminönü’nde bulup bir kayığa girerek yelken açmadan ve kürek çekmeden yıldırım gibi giderek: Ebu Eyyubi Ensari yamacında duraladı.
Tabut kayıktan Allâh’ın izniyle çıkıp orada kazılmış bir mezarda durdu. Ardı sıra cümle gaziler ve bilginler vardıklarında mezardan Yâ Vedûd denildiğini işittiler. Cümle bilginler, şeyhler nâşı o mezara gömdüler. Onun için bu kutlu kabrin bulunduğu yere Yâ Vedûd iskelesi derler ve’sselâm. Allâh’ın rahmeti üstünden eksilmesin.
Ebül’l-feth Gazi (Fatih Sultan) Ayasofya’yı gezerken gördü ki bu makam bir olmayacak büyüklükte bina ve inanılmayacak bir olağanüstü yapıdır. Mimarı Agnadios çok ince zevkli, mimari san’atını da üstad güzel yaradılışlı bir kimse olup bu yapının sağlamlığına plan ve üslubuna kubbesinin büyüklüğüne hayran kalmıştı.
Sultan Mehmed bu değerli eseri pisliklerden, kanlardan, put ve heykellerden temizletip nice bin yerde amberler, buhurlar, odlar yaktırarak bir ulu cami eyledi. Gazilerin damağlarını tatlı kokularla bezeyip içinde bir mihrap, minber ve mahfel yaptırdı dışına da bir minare yaptırarak orasını cennetten bir köşe haline getirdi. Şehrin fethinin peşinden gelen ilk cumada cümle gaziler ile birlikte salâ okuyup, müezzinler “inn’Allâh’e ve melaiketuhu” âyetlerini yani Bakara’nın son aşrını hazin bir sesle okumaya başladılar. O an Ak ve Kara Şemseddinler ayağa kalkıp Sultan Mehmed’in koltuğuna girdiler. Akşemseddin imâmesini padişaha giyirüb imâme üzerine bir ablak turna teli sokuyub ve eline bir çıplak kılıç verdiler, sağ tarafında Akşemseddin, sol tarafında Kara Şemseddin saygı ve övgü ile Sultan Mehmed’i minbere çıkardılar.
Davudi yüksek sesle “elhamdüli’llahi Rabbi’l-âlemin” deyince bütün gaziler alkış ile (dua ile) şenlikler ettiler. Padişah usulünce hutbeyi okuduktan sonra minberden inince Akşemseddin hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle Sultan Mehmed’den izin alıp namazı kıldırdı. Üçbinden fazla rahip İslâm’a gelip yaşlı bir rahibe “Baba Mehemmed” adını verdiler.
Mihrabın sağındaki karanlıkça köşe Hazret-i Süleyman’ın yaptırdığı ilk mabeddir diye bu Baba Mehemmed gösterdi.
Sultan Mehmed orada iki rek’at hacet namazı kılıp, ta dünya yıkılıncaya değin bakımlı ve mağrur ol deyu dua eyledi.