Sin Şın ‘a Girince (İbn Arabi)
Şeyh-i Ekber diye de anılan büyük veli, vahdet-i vücud düşüncesini tüm Anadolu'ya yaymış tasavvufta çığır açmıştır. Onu biraz tanıyabilmek için İmam Şafii'nin tarihinde zikr olunan þu olayı izah edelim: Şeyh Şihabeddin Suhruverdi ile bir araya gelip hiç konuşmadan birbirlerine nazar edip ayrılmışlardır.
Sonra ona Şeyh Şıhabeddin'in halinden sorduklarında şöyle dedi "Tepeden tırnağa sünnetle dolu bir zattır." Şeyh Şıhabeddin ise onun hakkında şunları söyledi: "O h
akikatler denizidir."
Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin çok sayıda eseri bulunmaktadır. Yazdığı 500'e yakın eserinin büyük çoğunluğu tasavvuf içeriklidir. Bu eserlerin hazırlanması hususunda kendisi şunları söylüyor; "Bu eserleri hazırlamaktaki muradım eserleri yalnızca telif etmek değildir. Bu eserleri Hak tarafından emir aldığım için kaleme aldım."
Onun pek çok eseri içerisinden en meşhurları Füsus ve Fütuhat'tır. Hatta olayların derinlikleri ve inceliklerinin farkına varmayanlar bunları eleştirmişlerdir. Aslında eserlerinde yazdığı gerçekler ve marifetler; hikmet, incelik ve fikir derinliği başka eserlerde görülmemiştir. Bir kısım insanlar ise bu eserlerin kıymetinin farkına varabilmişlerdir.
Mevlana Cami diyor ki: "Ben Muhammed Parisa Nakşibendî (ks)'den şöyle işittim Füsus can'dır, Fütuhat gönüldür ve onların büyük babası Kitab-ı Faslü'l-Hitab'ta ne zaman ariflerin büyükleri dedi demişse bundan murat Hazreti Şeyhtir."
Muhyiddin-i Arabî Hazretleri hayatı boyunca pek çok harikulade kerametler göstermiş, ibret verici hayat levhaları ortaya koymuştur. Hatta eserlerinde geleceğe dair bazı açıklamalarda bulunmuş, ipuçları vermiştir. İşte bunlardan bir tanesi :
Eserinde "Sin-Şın'a gelince (girince) Muhyiddin'in kabri ortaya çıkar." demiştir. Burada "Sin"den kastedilen Osmanlı Hükümdarı I. Selim (Yavuz Sultan Selim)'dir. "Şın"dan kasıt ise Şam şehridir. Sin-Şın'a gelince (girince) tabiriyle ne anlatılmak istenmiş, insanlara hangi mesajlar verilmiş onu izaha çalışalım :
Öncelikle Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin yaşadığı dönem 1164-1240 tarihleri arasıdır. Yavuz Sultan Selim'in Şam'a girme olayı ise 1516 tarihidir. İki olay arasında 3 asırlık zaman dilimi bulunmaktadır. Olayın ayrıntıları ise şu şekildedir :
Muhyiddin-i Arabî Hazretleri Şam'da ayağını bir yere basarak insanlara şöyle seslendi: "Sizin taptığınız benim ayaklarımın altındadır." İnsanlar bunu anlayamadı ve kendisini küfürle suçladılar. Bu sözlerinden dolayı ölüme mahkûm ettiler. Büyük velî 'yi şehit ettikleri gibi cesedini de Şam 'ın çöplüğüne attılar. Bir müddet sonra ayağını bastığı yeri kazdıklarında bir küp altın buldular. Aslında büyük velî insanlara bir ders vermek istemiş onları paraya, maddeye, kapitale tapmakla suçlamış gerçek tapılması gerekenin Allah olduğu mesajını vermiş fakat insanlar bunu anlayamamışlardır.
Bu gerçek ancak çok sonraları anlaşılabilmiştir. Günümüzde ise bu realite kaçınılmaz bir haldedir. Muhyiddin-i Arabî Hazretleri Sin Şın 'a gelince (girince) diyordu. İşte Osmanlı Devletinin yükselme dönemi hükümdarlarından Yavuz Sultan Selim Han Doğu üzerine sefere çıkmıştır. 1516 tarihinde Şam şehrine girmiştir. Böylece Sin (Selim), Şın'a (Şam) gelmiş oldu yani I.Selim Şam'a girdi. Yavuz Sultan Selim Şam 'da bu büyük velî 'nin mezarını aramaya başladı. Şam' ın çöplüğünü kazdırdı.
Yaklaşık 3 asırdan beri biriken çöplerin arasından büyük velî 'nin cesedi çıkarıldı. Ceset taptaze duruyordu, ne alnındaki ter zerrecikleri ne de boynundaki kan damlacıkları kurumuştu. Yüce yaratıcı kendi dostunu aynen muhafaza etmiş, söylediği sözü ise tüm insanlara ibret verircesine aynen ortaya çıkarmıştır. Böylece Selim'in Şam 'a girmesiyle büyük velî'nin mezarı ortaya çıkmıştır.
Yavuz Sultan Selim Han hemen oradaki tüm çöpleri temizletmiş büyük veli için bir türbe inşa ettirmiştir, türbenin yanına ise bir cami ve imaret yaptırmış, bir vakıf kurdurmuştur. Bunların tamamı üç ay içerisinde gerçekleşmiş Yavuz Sultan Selim tamamlanan cami açıldığında ilk Cuma namazını da eda etmiştir. Şam Salihiye 'de bulunan bu türbe ise o günden günümüze kadar insanlar tarafından ziyaretgâh haline getirilmiştir.
Böylece büyük velinin gerçek kimlik ve niteliği de tüm insanlarca anlaşılmıştır. İnsanlara verilen dersin büyüklüğü ise tarih boyunca takdir edilmiştir. Yunus Emre hazretlerinin söylediği gibi ;
Bilmeyen ne bilsin bizi
Bilenlere selam olsun
beyiti ne kadar ibret verici ve düşündürücüdür.
………..
Abdurrahman Cami, Nefahatü'l-Üns, Evliya Menkıbeleri Tercüme ve Şerh, Lami Çelebi, Haz: Süleyman Uludağ, Mustafa Kara, s. 757-768, İstanbul.
Mehmet Hemdemi, Solakzade Tarihi, Haz: Vahid Çabuk, c. II, s. 85, 1989, Ankara.
Necip Fazıl Kısakürek, Veliler Ordusundan 333, "Halkadan Pırıltılar", s. 278-283, 1986, İstanbul.
Sabah Gazetesi "Selimin Şam Seferini Bildi" 02.05.2005 tarihli yazı.